Adı koyulmamış hiçbir şeyin gerçek anlamda;
var olduğuna ikna olamayan bir kalbin sahibiydim ben.
Hayata kelimelerle hükmeden biriydim ben.
Var olanla yok olan arasında fark bir isim..//N.B.
9 Aralık 2012 Pazar
5 Aralık 2012 Çarşamba
2 Aralık 2012 Pazar
13 Kasım 2012 Salı
8 Kasım 2012 Perşembe
18 Ekim 2012 Perşembe
28 Eylül 2012 Cuma
18 Eylül 2012 Salı
1 Eylül 2012 Cumartesi
29 Ağustos 2012 Çarşamba
21 Ağustos 2012 Salı
Eller Günahkar..
...Her kalem tutan el yazmak istedi,dökmek istedi içindekileri,herkesin vardı içinde anlatmak istedikleri.Ben okudum yalnızca,öyle çeşitli yazılara şahit oldu ki gözlerim, parmaklarım "yazmamanın tutsaklığına" daha fazla boyun eğemedi.Demek varmış naçizane söylemek istedikleri.Ona,buna,şuna..değil yalnızca gözlerinden bir nebze ödün verip okumaya incelik göstermişlere sözüm.Kendimi de aldım tüm yazılanların içine kendimi de gösterdim okun hedefine..
Diyor ki: Hangimiz? sorusu ile başlıyor cümleye.
"Biz" olmayı başardı,hangimiz çıkarımızı göz ardı ettik,hangimiz yarışta birinci olmak istemedik ki,hangimiz dünyayı değiştirmek için yazılar yazmadık;ama hangimiz aynayı kendi içimize tuttuk.Birine iyi derken hangimiz "yalandan kim ölmüş?"deyimini kullanmadık ya da kaçımız yalandan öldük kahrolup.Bir selamı almayıp veyahut vermeyip ne bileyim işte!kalpazanlık ettirdik başımıza.Neyse ne,dimi ama.İşte kaçımız bunun aksi yönünde kürek çektirdik düşüncemize.
.Bir fikir yazısının nüshası bu,söylenecek o kadar çok şey var ki belki başka bahara.Tek ricam,sakın makale ile karıştırmayın ciddi bir hava yok benim yazımda;ama bakın çevrenizdeki hava var burada!
Valla ben demiyorum,ellerin yalancısıyım.!
...Her kalem tutan el yazmak istedi,dökmek istedi içindekileri,herkesin vardı içinde anlatmak istedikleri.Ben okudum yalnızca,öyle çeşitli yazılara şahit oldu ki gözlerim, parmaklarım "yazmamanın tutsaklığına" daha fazla boyun eğemedi.Demek varmış naçizane söylemek istedikleri.Ona,buna,şuna..değil yalnızca gözlerinden bir nebze ödün verip okumaya incelik göstermişlere sözüm.Kendimi de aldım tüm yazılanların içine kendimi de gösterdim okun hedefine..
Diyor ki: Hangimiz? sorusu ile başlıyor cümleye.
"Biz" olmayı başardı,hangimiz çıkarımızı göz ardı ettik,hangimiz yarışta birinci olmak istemedik ki,hangimiz dünyayı değiştirmek için yazılar yazmadık;ama hangimiz aynayı kendi içimize tuttuk.Birine iyi derken hangimiz "yalandan kim ölmüş?"deyimini kullanmadık ya da kaçımız yalandan öldük kahrolup.Bir selamı almayıp veyahut vermeyip ne bileyim işte!kalpazanlık ettirdik başımıza.Neyse ne,dimi ama.İşte kaçımız bunun aksi yönünde kürek çektirdik düşüncemize.
.Bir fikir yazısının nüshası bu,söylenecek o kadar çok şey var ki belki başka bahara.Tek ricam,sakın makale ile karıştırmayın ciddi bir hava yok benim yazımda;ama bakın çevrenizdeki hava var burada!
Valla ben demiyorum,ellerin yalancısıyım.!
19 Temmuz 2012 Perşembe
Siz hiç kurtlu kiraz yemek zorunda kaldınız mı?
Nasıl bir soru bu denildiği çınlatıyor kulaklarımı doğru nasıl bir soru nerden çıktı ki şimdi bu.Bilmem aklıma geliverdi işte.Belki de geçen günlerden çıka geldi,vakitlerden geçmiş bir günde dolaşırken Pazar yerinde,küçük bir kız çocuğunun sesini çıkarmadan elindekini ağzına götürüp daha sindirmeden güzel demesi itti beni bu bilinmez cevabın dehlizine.Yediği kiraz,beğendiği kiraz,beğenmek zorunda olduğu kiraz..Belki de beğenmedi.
Yok yok beğendi yani beğenmek zorundaydı,yanındaki iri cüsseli adamla göz göze gelmesi için bilmem kaç tabureye ihtiyaç vardı,onların yokluğuyla beğendi.Güzel dedi,yumuşacık sesiyle çok güzel,bunu alalım derken dahi biliyordu cevabının önemsizliğini.O yalnızca o parayla kaç pamuk şekeri alabileceğini hesaplıyordu içten içe ama nafile şimdilik renginin neden pembe olduğu sorusuyla yetinecekti sadece,zaten bir yanı çürük olan kiraz çoktan çıkmıştı yüreğinin kervanında kurtlu lakabını yemeye.Kurtluydu işte,ah naz denilen üç kelime çok manayı yerleştirebilseydi hayatına,başka küçükler gibi bunu almayalım baba öbüründen alalım diye ağlayabilseydi.Hayat adil davranmıyordu işte..Gün çoktan ağarmıştı kurtlu kirazın peşinde,eve gidilen bayırın yolu çoktan tutulmuştu.Ayın tılsımında üç gölge vuruyordu yere,biri cüssesi iri adamın,biri küçük kızın bir de kurtlu kirazın.Tül perdem uçuşurken küçük kızın ıslak gözlerinde,suskunluğu seçtim ve o yanakların bir gün kuruyacağını kimseye söylemedim,küçük kıza bile.Ama söz verdim.Bir gün pamuk şekerinin niye pembe olduğunu kulağına fısıldayacağıma söz verdim.Bırakalım da hayallerinde kalsın şimdilik pamuk şekeri biz,bize bakalım.
Sahi kaçımız kurtlu kiraz yemek zorunda kaldık ki?
Kaçımız gönlümüzdekileri Pazar tezgahında bırakıp çıktık o bayırı?//(Küçük kıza ithafen)
Yok yok beğendi yani beğenmek zorundaydı,yanındaki iri cüsseli adamla göz göze gelmesi için bilmem kaç tabureye ihtiyaç vardı,onların yokluğuyla beğendi.Güzel dedi,yumuşacık sesiyle çok güzel,bunu alalım derken dahi biliyordu cevabının önemsizliğini.O yalnızca o parayla kaç pamuk şekeri alabileceğini hesaplıyordu içten içe ama nafile şimdilik renginin neden pembe olduğu sorusuyla yetinecekti sadece,zaten bir yanı çürük olan kiraz çoktan çıkmıştı yüreğinin kervanında kurtlu lakabını yemeye.Kurtluydu işte,ah naz denilen üç kelime çok manayı yerleştirebilseydi hayatına,başka küçükler gibi bunu almayalım baba öbüründen alalım diye ağlayabilseydi.Hayat adil davranmıyordu işte..Gün çoktan ağarmıştı kurtlu kirazın peşinde,eve gidilen bayırın yolu çoktan tutulmuştu.Ayın tılsımında üç gölge vuruyordu yere,biri cüssesi iri adamın,biri küçük kızın bir de kurtlu kirazın.Tül perdem uçuşurken küçük kızın ıslak gözlerinde,suskunluğu seçtim ve o yanakların bir gün kuruyacağını kimseye söylemedim,küçük kıza bile.Ama söz verdim.Bir gün pamuk şekerinin niye pembe olduğunu kulağına fısıldayacağıma söz verdim.Bırakalım da hayallerinde kalsın şimdilik pamuk şekeri biz,bize bakalım.
Sahi kaçımız kurtlu kiraz yemek zorunda kaldık ki?
Kaçımız gönlümüzdekileri Pazar tezgahında bırakıp çıktık o bayırı?//(Küçük kıza ithafen)
25 Haziran 2012 Pazartesi
22 Haziran 2012 Cuma
17 Haziran 2012 Pazar
En sahici dostluklar ortak varlıklar üzerine değil, ortak yoksunluklar üzerine kurulanlardır. (Med-Cezir Yazıları, syf:26)//E.Şafak.
8 Haziran 2012 Cuma
![]() |
kalbin üzerinde titreyen hüzün |
Tek muradım. bütün yaratılmışların sahibi olan Tanrım. Bu ayıpla yaşatamazsın beni. Ya alsın yeni doğmuş bütün kurt yavrularıyla birlikte canımı. kurt neslinin dalı yaprağı burada kesilsin,ya da adım temize çıksın.
*Geçer akçeleri geçmeze,geçmez akçeleri geçere dönüştüren saklı ve gizli el,zaman.
3 Haziran 2012 Pazar
2 Haziran 2012 Cumartesi
31 Mayıs 2012 Perşembe
İşte bu sebeple, hayatım her gün yeni bir ‘ayrılık’ arifesinde, sevemedim vedaları bir kere bile.//A.ÖZKAN-İskele Dergisi-ucun bittiği yer.
26 Mayıs 2012 Cumartesi
Söylesene, nerde kayboldun sen? Gülden hangi köşe başında vazgeçtin?
Görünmek istediğin ile göründüğün arasındaki uçurumu fark ettiğinden mi oldu bu?
O zaman mı "Siz gidin, ben gelmiyorum." dedin ilk kez? Ve bu cümlenin içinden bir daha çıkamadın.
Ya da, ne zaman, ters gramerde olsa da aynı kapıya çıkan bir cümle daha kurdun? "Siz kalın, ben gidiyorum." diyip de tası tarağı topladın, ayrıldın eğlenceli kalabalıktan?
Söylesene, nerde kayboldun sen? Gülden hangi köşe başında vazgeçtin?//Nazan Bekiroğlu
25 Mayıs 2012 Cuma
11 Mayıs 2012 Cuma
Neden Yazar İnsanoğlu?
Nedir bizi kalem tutmaya iten,hoşumuza gittiğinden midir beyaz kağıtla göz göze gelmek ya da harflerin kombinasyonunu görmek için mi tüm bu uğraş..Belki beriki belki öteki,bilinmezliğin dehlizi.Bilinen o ki,herkesin vardır içinde taşıdığı soyut yükleri.Yorulurlar kimi zaman;ama farklıdır hepsinin kervansarayları.Kimisi vurur kendini yollara,kimisi de alır kuş tüyüğünü eline.O an başlar kum tanecikleri eksilmeye zamandan,kumlar dökülür o yazar,o yazar kumlar dökülür.Kumlar eksilmeden almalı kalemi ele.
Zahir(H.)
Hastane önünde incir ağacı..
Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç askerde vereme yakalanır. Hava değişimi olarak Yozgat'a (Akdağmadeni) gelir. Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez. Genç tedavi için İstanbul'da hastaneye yatar, pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla aşağıdaki türküyü söyler.Yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür. Ailesi cenazesini Yozgat'a getiremez.İstanbul'da kalır.
Hastane önünde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Baş tabib geliyo zehirden acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu
Mezarımı kazın bayıra düze
Benden selam söyleyin sevdiğim gıza
Başına koysun, karalar bağlasın
Gurbet elde kaldım diye ağlasın
8 Mayıs 2012 Salı
30 Nisan 2012 Pazartesi
26 Nisan 2012 Perşembe
17 AĞUSTOS Depremi Ertesileri..
17 Ağustos gecesi meydana gelen can alarak canlar yakan depremi yukarıda iki ayrı bakış açısıyla okuduk.Okumak,o şiddetle meydana gelen acıyı yüklenmemize ortam hazırlamasa da taşınan yüklere yardımcı olmamıza engel değil.Yan şehrimizde binası üzerine yıkılan insanlar akrabamız değil diye duyarsız kalmak hangi fıtrata sığar.Emziği ağzından düşmüş bebeği avutacak annesi yoksa yanında biz nasıl çatımızın altında uyuyabiliriz..
Ayrı gazetelerde yayınlanan her okuduğumuzda yüreğimizde volkan etkisi yapan bu haberi,iki ayrı kalemden döküldüğünü anlayabiliyoruz.Bu haberleri 5 temel soru çerçevesinde incelemek gerekirse:
1)Bu haberler kim tarafından oluşturulmuştur?
Bu haberi oluşturmak için fotoğraflardan,kelimelerden yararlanılmıştır.Foto muhabirleri deprem akabinde olay yerinde gözlem yaparak gördüklerini fotoğraflandırmışlardır.Onların yanı sıra muhabirler,gazete yazarları olay hakkındaki tüm verileri toplayıp ortaya haberin çıkmasını sağlamışlardır.
2)Dikkat çekmek için hangi teknikler kullanılmış?
Öncelikle gazeteyi elimize aldığımızda habere dikkat çekmek için;iri puntolu,koyu renkli yazılar kullanılmıştır.Bunun yanı sıra Sabah gazetesinde;yaşanan olayı kelimelerle hissettirmek için başlık kısmında farklı bir yazı stili kullanılmıştır.Böyle önemli bir haberi tüm herkese duyurmak için deprem sabahı haber,gazetenin ilk sayfasına basılmıştır.Dikkatin dağılmasını önlemek ve yazılanların doğruluğunu ispat etmek için ise olayla ilgili fotoğraflara yer verildiğini görüyoruz.
3)Başkaları bu haberi daha farklı nasıl anlamlandırmış olabilir?
Aynı haberi farklı kişilerin farklı bakış açısıyla yazdığını görüyoruz.Sabah gazetesi yazarına baktığımızda;olayın bilimsel olarak ispat edilebilecek boyutlarını yazmış,yorumu geri planda bırakmıştır.Depremin hangi şehirlerde,ne kadar sürdüğü,kaç şiddetinde gerçekleştiği üzerinde durmuştur.Star gazetesi yazarına baktığımızda ise olayın çok farklı boyutlarının üzerine vurgu yaptığını görüyoruz.Sabah gazetesi yazarının yok denecek nitelikteki yorum gücünün aksine Star gazetesi yazarı olaya yorum penceresinden bakmıştır.6.7 şiddetinde gerçekleşen depremi sayısal olarak ifadeyle sınırlandıran Sabah gazetesi'nden farklı olarak Star gazetesi şiddetin etkisinin,sonuçlarının,yaktığı canların üzerinde durmuş.Canı yanan insanların durumuna eşlik edebilmek için,onların durumuyla empati kurmaya yarayacak bir dil kullanmıştır.Yaşanan depremin büyüklüğünün altını çizmek içinde;tarihte önemli bir yer tutan,büyük kayıplar verilen Çanakkale Savaş'ından sonra ikinci kayıp sebebi olduğunu belirtmiştir.
4)Bu haberlerde hangi bakış açıları ön planda tutulmuştur?
Her iki haberde gözlemci bakış açısı hakimdir.Olayı yalnızca gözlemleyerek yazan kişiler tarafından oluşturulmuştur.Bu yüzden her iki gazete de olayın farklı boyutları ele alınmıştır.Sabah gazetesinde depremin sonucunda meydana gelen maddi kayıplar üzerinde durulurken(yanan evler,yıkılan evler..vs.)Star gazetesi ise maddi kayıpları arka plana atmış,manevi çöküşlerin,manevi yıkıntıları ele almış,kalemiyle dertlere ortak olmuştur.
5)Bu haberlerde neler amaçlanmış olabilir?
Her iki haberde amaçlanan;en kısa zamanda,yaşanan bu felaketi tüm herkese duyurmak,gerekeni el birliğiyle yapmayı sağlamaktır.
25 Nisan 2012 Çarşamba
24 Nisan 2012 Salı
Hala anlayamadınız değil mi? Önemli olan haklı ya da haksız olmak değil. Kavganın kazananı yoktur. Ya kaybedersiniz ya da daha çok kaybedersiniz. Önemli olan kalp kırmamak. Önemli olan yargılamadan, karşılıksız sevebilmek ve iyilik edebilmek.Haklı bile olunsa özür dileyecek kadar asil olmak.Bilge olmaktır.Egonuzu kontrol edemediğiniz sürece, o sizi kontrol etmeye devam edecek. Böyle olduğu sürece tüm dünya sizin bile olsa asla mutlu olamazsınız!
5 Nisan 2012 Perşembe
İNTERNETİ DOĞRU KULLANIYOR MUYUZ?
İNTERNET BAĞIMLISI MIYIZ? ÇOCUKLARIMIZ VE GENÇLERİMİZ RİSK ALTINDA MI?
Ülkemizde internet kullanımı, yetişkinler ve özellikle çocuklar arasında
hızla yaygınlaşırken, güvenliği olmayan bir ağın, çocuklarımızı istenmeyen
yönlere itmemesi için, zaman kaybetmeden gerekli yasal düzenlemelerin yapılması
gerekmektedir. Çocuklarınız ister Internet konusunda deneyimsiz isterse birer
bilgisayar kurdu olsunlar, onların büyürken geçtikleri farklı yaşlardaki ve
yaşamlarının çeşitli dönemlerindeki Internet kullanımını yönlendirebilmek
onların sağlıklı gelişimleri açasından çok önemlidir. Bu yüzden öncelikle
ebeveynlerin çok dikkatli ve denetimli olmaları gerekmektedir. İnternetin olumsuz
etkilerini aza indirmek için kamuoyu ve ebeveynler bilinçlendirilmelidir. İnternetin
yararlı bir iletişim aracı halinde kullanılması için özellikle eğitim
kurumlarında bu konular yeniden gözden geçirilmelidir. İnternet kafelerin
sağlıklı mekan olmaları sağlanmalıdır. Bu ortamlarda mutlaka denetim olmalıdır.
İnternet kafeleri işletenlerin olabilecek olası problemlere karşı oldukça duyarlı olmaları gerekmektedir. Bu
ortamlar Sadece kar amacı güden bir ticari kuruluş olmamalıdır. Bu işletme
sahiplerinin özellikle çocuklarımıza yönelik doğru ve etkili disiplinleri
kullanacak, onları yanlış davranışlara karşı olumlu bir şekilde uyaracak,
sağlıklı ve bilinçli gençlerin çoğalmasına yardımcı olabilecek düzeyde eğitimli
kişilerin olması önemlidir. Ailelerin çocuklarının internet
kullanımlarını bilinçli bir şekilde takip etmeleri onların sağlıklı birey
olarak gelişimleri için oldukça önemlidir. Bu durum aynı zamanda ailelerinde bu
çağ mucizesi internet hakkında oldukça bilinçli olmalarını gerektirir. Aksi
takdirde internet başında gereksiz fazla zaman geçirme hem fiziksel hem de
ruhsal bir takım olumsuz etkilere sebep olacaktır. Eğer çocuklarımız
eğitim(okul, çocuk esirgeme ve sosyal hizmetler kurumu, v.s. gibi) ortamlarında
da internet imkanı buluyorlarsa aynı derece de sorumluklar eğitimcilere,
yöneticilere, devlete ve yine ebeveynlere kalmaktadır. İnterneti kötü amaçlarla
kullanan kişilerin insanlar ve özellikle çocuklar üzerinde yol açtığı tahribat,
son yıllarda, bir dizi araştırmanın da konusu olmuştur. Bir internet kullanıcısı
olarak bize düşen en büyük görev ise bilinçli bir kullanıcı olmak.Ölçüyü kaçırmamak gerekiyor, internette
gezinmek çok güzel ancak bağımlısı olmak ise çok zararlı. Bu da internetin
faydalı yönlerinin yanında zararlı yan etkilerinin olabildiğini göstermektedir.
Toplum olarak interneti doğru kullanma bilincimiz mutlaka oluşmalıdır. Aksi
takdirde çocuklarımız olumsuz cinsel bilgiler, şiddet davranışları, alkol ve
sigara alışkanlıkları, kumar, sağlıksız beslenme alışkanlıkları gibi
istenilmeyen alışkanlıklar edinebilirler. Özellikle bilgisayar önünde uzun
süreler harcanması gelişim çağında olan çocuklarda duruş ve oturuş
pozisyonlarına bağlı olarak iskelet-kas sisteminde hasarlara, görme
problemlerine, elekromanyetik radyosyon problemlerine, yaratıcı ve zihinsel
gelişim risklerine, dil becerilerinde gerilemeye ve bazı çocuklarda epilepsi
nöbetlerine ayrıca okumaya dayalı
akademik başarıda düşmeye, beyin gelişiminde problemlere sosyal gelişimde
olumsuzluklara da neden olabilmektedir.
KAYNAK
Makalenin tamamına şu adresten ulaşabilirsiniz:http://scholar.google.com.tr/scholar?hl=tr&q=%C4%B0NTERNET%C4%B0+DO%C4%9ERU+KULLANIYOR+MUYUZ
Makalenin tamamına şu adresten ulaşabilirsiniz:http://scholar.google.com.tr/scholar?hl=tr&q=%C4%B0NTERNET%C4%B0+DO%C4%9ERU+KULLANIYOR+MUYUZ
PROBLEM DURUMU:
İNTERNET BAĞIMLILIĞI VE ÇOÇUKLARIMIZIN DOĞRU İNTERNET KULLANIMI
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Bir Bildiriminiz Var!
Yüzünüzün güldüğünü görür gibiyim.Peki ya bir mektubunuz var deseydim..Muhtemelen şaşıracaktınız.Kimden?diyecektiniz.Bu devirde mektup mu kaldı?..Bugüne ait bir iletişim aracı değilmiş gibi cümleler kuracaktınız.Aslında haklısınız.Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz değil mi?.
Bildirim diyorum;çünkü günümüzde en yaygın kullanılan kelimeler arasında.Yüzümüzün gülümsemesine sebep,günümüzün güzel seçmesinde etken.Bir halk otobüsünde dahi "durumumu ... kişi beğenmiş."gibi sırasız,bağımsız ve anlamsız cümlelere şahit olabilirsiniz.Evet evet istemli istemsiz bu cümlelerin patenti bize ait.Odalarında internet bulunan çocuklarımızın,oda dışında da sanal alemi aratmayacak cinsten büyükleri var.Geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımızı böyle ortamlarda yetiştiriyoruz maalesef.Aslında bir tek onlar değil,farkında olmadan biz de bu girdabın içindeyiz.Bu yüzden internetin gerektiğinde kullanılması gerektiğini öğretemedik.Paralarını kitaphaneler de değil,internet cafelerde harcamalarında,zamanlarını oyun başlarında telef etmelerinde,arkadaşlıkları,dostlukları sanal ortamlarla bağdaştırmalarına sebep olduk sanırım.Günümüzdeki hastalıklardan biri olan "obeziteye" de biz sebep olduk.Kabullenemiyoruz değil mi?Ama hakikat bu.Ders yapıyor bahanesiyle saatlerce bilgisayar başında gözleri şişen çocuklarımız yemek yemeyi unutmasın diye ne bulduysak koyduk önlerine..Arkadaşının var mahrum kalmasın diye erken yaşta tanıştırdık teknolojiyle.Aslında iyi niyetten;yalnızca sonunun buralara dayanacağını bilemedik o kadar.
Peki ya mutlu sona ulaşmak için neler yapmalıyız?
- Internet'e bağlı olan bilgisayarları, açık bir
alanda ve çocukların yatak odalarının dışında tutmak.
-Ebeveynlerin diğer arkadaşları ve etkinlikleri
hakkında konuştukları gibi, çocuklarla çevrimiçi arkadaşları ve etkinlikleri
hakkında konuşmak.
-Çevrimiçi ortamda edindikleri arkadaşlarla asla
gerçek yaşamda buluşmayı kabul etmemeleri konusunda ısrar etmek.
- Çocukların sık ziyaret ettiği Web sitelerini öğrenmek.
Çocukların saldırgan içerik taşıyan siteleri ziyaret etmemesini ya da kişisel
bilgilerini ya da fotoğraflarını kimseye iletmemelerini sağlamak.
-Çocuklarla çevrimiçi kumarı ve olası risklerini
tartışmak. Çevrimiçi kumar oynamalarının yasadışı olduğunu anımsatmak.
En önemlisi de;İnterneti günlük yaşamamızdan uzak tutmalıyız.Özellikle zaman kaybı olan "sosyal ağ"sitelerini.Hem çocuklarımızı,hem geleceğimizi sanallaştırmayalım.!
4 Nisan 2012 Çarşamba
2 Nisan 2012 Pazartesi
31 Mart 2012 Cumartesi
“Bu susmalar bilmenin susmalarıdır, bilmemenin değil, sözün yetmediği yerdeki bilmenin. Bitişin değil, başlangıcın, tükenişin değil hazinenin. Susarak söylemek bu işte: “Cana can katan sözü susarak söylemek daha iyidir.” Nasıl? Sözün ihanetine uğramadan, üzerinden sözcük geçmeden, söylemenin üzerine bir sözcük değmeden.”//Nazan BEKİROĞLU
FARKINDA MISINIZ?BİLMEM..
Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama,
İkincisinde, daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim, daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim birçok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Elbette mutlu anlarım oldu ama,
Yeniden başlayabilseydim eğer,
yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem.
Yaşam budur zaten:Anlar, sadece anlar.
Siz de anı yaşayın.
Hiç bir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiç bir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder,
güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım,
bir şansım daha olsaydı, eğer.
Ama işte 85’indeyim
ve biliyorum...Ölüyorum...
Jorge Luis Borges
30 Mart 2012 Cuma
KAVAK AĞACI İLE KABAK
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.
1.Ders: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.
BARDAK MISIN?GÖL MÜ?
Ustaların çıraklarına sadece edindikleri mesleği, zanaatı değil hayatı da öğrettikleri, en geniş ve gerçek anlamıyla öğretmen oldukları dönemde Hintli bir ahşap ustası yaşıyordu. Bu ustanın çırağı büyüdü, ahşap işlemeyi ve hayatı öğrendi, kendi işini kurup başlattı. Bir süre sonra dostlarından biri oğlunu getirdi, ustadan onu yanına çırak almasını istedi.
Fakat bu çırak sürekli yakınıp duran, her şeye bozulan bir çocuk çıktı. Tahta getirmeye gidiyor, döndüğünde ellerine kıymık battığından uzun uzun yakınıyordu. Bir iş teslim etmeye gidiyor, döndüğünde yoldan, sıcaktan, müşterinin tavrından yakınıyordu. Usta çocuğa bir şeyler anlatmaya çalışıyordu ama sözlerinin hiçbir etkisi olmuyordu.
Bir gün usta çırağını köye tuz almaya gönderdi. Çırak ustasının söylediği gibi, tuzu alıp döndü. Usta bir bardak su getirmesini söyledi. Çırak bir bardak suyu da getirdi. Usta, Şimdi o tuzu suyun için at” dedi. Çırak ustasının söylediğini yaptı.Sonra usta “Şimdi o suyu iç” dedi. Çırak suyu içti ve tabii ki içer içmez de tükürdü. Öfkeyle ustasına bakarken, usta “Nasıldı tadı” diye sordu. Çırak nefretle, “Çok acı” dedi.
Usta çocuğa “Tuzu yanına al gel, gidiyoruz” dedi. Çırak ustasının peşine takıldı. Bir süre sonra civardaki gölün kıyısına geldiler. Usta çırağa “Bütün tuzu göle dök” dedi. Çırak söyleneni yaptı. Usta “Şimdi gölün suyundan iç” dedi. Çırak içti. “Suyun tadı nasıldı” diye sordu usta. Çırak, “Çok güzeldi” dedi. “Peki tuzun acısını hissettin mi” diye sordu bu kez de.Çırak “hayır” dedi.
Usta çırağı karşısına oturtup anlattı: “Hayattaki bütün olumsuzluklar işte bu bir avuç tuz gibidir. Eğer sen küçük bir bardak su isen, nasıl tuzun bütün acısını tattıysan, hayatın bütün olumsuzluklarından da öyle etkilenirsin. Eğer sen kişiliğinle ve gönlünle bu önümüzdeki göl gibi isen, hayatta karşılaşabileceğin bütün olumsuzluklar seni, o bir avuç tuz gölün suyunu nasıl etkilediyse öyle etkiler, bir bardak suda tattığın acıyı vermez sana.
Seçim senindir: “Ya bir bardak su olacaksın ya da göl…”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)